Endüstri 5.0 ya da “Bu kış komünizm mi gelecek?”

Daha yeni yeni endüstri 4.0’ı konuşuyorduk nereden çıktı bu 5.0 dediğinizi duyar gibiyim. Peki bir de soğuk savaş yıllarının o meşhur korkutma sloganı 21. yüzyılda nereden karşımıza çıktı diye mi düşünüyorsunuz? Teker teker anlatacağım efendim, hiç merak etmeyin.

Gelin Endüstri 1.0 ile başlayalım ve bu aşamaları anlatırken her sanayi devriminin sosyal hayatta ne gibi devrimleri tetiklediğini karşılaştırarak ilerleyelim.

Elimizdeki bilgiler ilk buharlı makinenin M.S. 50 yılında Mısırlı mühendis Heron tarafından yapıldığı söylüyor. Ancak ticari anlamda ilk kullanımı 1655 yılında “Worcester Makinesi” olarak bilinen buharlı makine ile hayatımıza girmiş ve 18. yüzyıl ile birlikte yaygınlaşmaya başlamıştır.

Bu makinelerin kullanımı ile üretimde verimlilik çok yüksek seviyelere çıkmış, insan emeği ile ulaşamayacağımız noktaları yaşayan fabrikalar burjuva sınıfını palazlandırmaya başlamıştır. Yüzyıllardır süregelen feodal beylik düzenleri artık gücünü hepten yitirmeye başlamış ve yerini yükselen burjuva sınıfına bu dönemde devretmiştir. Buharlı makinelerin icadı ile değişen üretim süreci, sadece insan emeği üzerinden yükselen, feodal ağaları aşağı çekerken, makineler ile kurdukları ufak atölyeler sayesinde insanlığın o döneme kadar görmediği bir üretimi gerçekleştiren tüccarları ise arşa doğru çekmektedir.

Üretim ilişkilerindeki bu değişiklik, biz bunu çekiçten buharlı pistonlara geçiş ile basitçe örneklendirebiliriz, büyük sosyal değişimlere de sebebiyet vermiştir. Kapitalizm bu yıllarda başgöstermiş ve bu değişimler süreci, 1789 yılına geldiğimizde başta Avrupa kıtası olmak üzere tüm dünyayı sarsacak Fransız İhtilali ile taçlanmıştır.

2. sanayi devrimi ya da yazımızda kullandığımız formatta yazacak olursak Endüstri 2.0, makinelerde elektriğin kullanılması ve seri üretim bantlarının oluşturulması ve iletişim araçlarındaki ilerlemeler ile tanımladığımız sanayi dönemlerimizdir. 19. yüzyılın ilk yarısında başlayan bu gelişmeler 1840’ta telgrafın icadı ile birlikte insanların, fabrikaların, alıcı ve satıcıların iletişimini hızlandırmış, öte yandan kurulan seri üretim bantları kara düzen giden atölyelere karşı büyük bir rekabet imkanı yaratmıştır.

Seri üretime geçişle birlikte 20-30 kişilik atölyelerin yerini binlerce işçinin çalıştığı büyük fabrikalar almış ve üretim ilişkilerinin bir kez daha değişmesiyle karşımıza yine toplumsal değişimler çıkmıştır. Daha öncesinde usta-çırak ilişkisi ile daha “samimi” bir sömürü çarkında ezilen işçiler 1 patronun 10.000 işçiyi vahşice ezebildiği büyük fabrikalarda çalışmaya başlamıştır. Bu kadar işçiye ihtiyaç duyan fabrikalar nedeniyle çok kalabalık şehirler ve yüksek insan nüfusu ihtiyacı belirmiştir. İnsanlığın nüfus artış hızının da yine bu yıllardan beri böyle artmaya başladığını görebiliriz. Tüm bu durumların bir sonucu olarak da işçi sınıfı hareketlerinin aynı dönemde yükseldiğini görebiliyoruz. Marx’ın yazılarında da sık sık incelediğini gördüğümüz 1840 Avrupa işçi isyanları işte böylesi bir ortamda zuhur etmiştir.

Özetle 2. sanayi devrimi de bir sınıfsal mücadeleye sahne olmuş ve sonraki yüzyıllarda işçi sınıfı hareketlerine kaynak olacak “Komünist Parti Manifestosu”, “Kapital” gibi metinleri, Karl Marx, Friedrich Engels, Saint Simon, Robert Owen, Charles Fourier gibi düşünürleri doğurmuştur. Peki bu ortam doğmuş da işçi sınıfı isyanları başarılı olmuş mudur? Burjuva sınıfı bu isyanları kanla bastırmış, gelişen üretim bantları ve telefonun da icadı ile birlikte gelişen iletişim ağları sayesinde dünyanın küçük bir köy olma yolu açılmış, bu iletişim imkanı fabrikatörlerin organizasyonel imkanlarını da arttırarak büyük tekeller kurmalarına imkan vermiştir. Kendi iş dallarında tekelleşmeye başlayan patronların bu yeni düzenini ise “Emperyalist Kapitalizm” olarak adlandırıyoruz. Kanla bastırma konusunda başarısız oldukları yerlerde ise planlı ekomonik sisteme sahip sosyalist devletler kurulmaya başlanmıştır. Bunların ilki 1917 Ekim Devrimi sonrası kurulan SSCB olacaktır.

Geldik 3. sanayi devrimimize. Bu dönem bize, üretimin dijitalleşmeye başladığı yılları işaret eder. 1968 yılında PLC (Programmable Logic Controllers) icat edilir, 1970’lerle birlikte ise ilk bilgisayarlar. Bu dijital devrim ile birlikte artık otomasyonlar hayatımıza girmiştir. Otomasyon sistemleri insanların yerini almaya başlamış, binlerce işçinin çalıştığı fabrikalar yerine yüzlerce işçinin çalıştığı ve otomasyonlar ile desteklenmiş fabrikalar hayatımıza girmeye başladı. Çok daha az işçi ile yapılan bu üretimler patronların kârlılıklarını arttırırken işçilerin maaşlarını arttırmadığı gibi bir de milyonlarcasını işsiz bıraktı.

Üretim sürecinde bir kez daha yaşanan bu değişimin sosyal patlamalara sebebiyet vermesi sanırım artık bizi şaşırtmayacaktır. Yakın tarihimize dönüp bakacak olursak hem Avrupa’da hem de Türkiye’de yaşanan 1968 isyanları, 70’lerde yükselen sol dalga üretim sürecinin böylesi değiştiği bir ortamda yaşanan olağan durumlardır. Bu durumlara paralel olarak da bahsettiğimiz yıllarda dünya coğrafyasının üçte birinde kendini sosyalist olarak tanımlayan yönetim biçimleri hüküm sürmüştür.

4. sanayi devrimini ise 21. yüzyılın ilk yıllarında yaşıyoruz. Birbirleri ile konuşmaya başlayan makineler, insanlara ihtiyaç duymadan haberleşebiliyor ve gerekli geri bildirimleri alarak bu doğrultuda işlemler gerçekleştirebiliyorlar. Tüm üretim sürecinin işçisizleştirilmesine doğru en büyük adım olan bu durum ile makinelerin kendi internet evreni üzerinde konuştuğu ortamı hazırlıyoruz. Bir örnekle açıklayacak olursak, sizin evinize yaklaştığınızı anlayan akıllı sisteminiz, siz eve varmadan 15 dakika önce kombiyi çalıştırıyor ve soğuk kış günlerinde evinize döndüğünüzde sizi sıcak bir yuva karşılıyor. Bu işlemin gerçekleşmesi için telefonunuz evinizdeki kombinin de bağlı olduğu ana bilgisayar ile belirli aralıklarla konuşarak sizin için uygun koşulları oluşturuyor.

Peki içinde yaşadığımız bu sanayi devrimi nasıl sosyal patlamalar gerçekleştirdi? Bu sorunun cevabına önceki devrimlerde olduğu kadar net bir şekilde sahip değilim. Sürmekte olan bir hâl için net belirlemeler yapamayız, ancak Suriye’den Libya’ya, Irak’tan Afganistan’a, Pakistan’dan Somali’ye, Tunus’tan Kırım’a, Gürcistan’dan Ukrayna’ya, Yemen’den Filistin’e sürmekte olan savaşlar mevcut Emperyalist Kapitalist sistemin ciddi bir tıkanıklık içerisinde olduğunun açık bir göstergesidir. Çünkü kapitalizm, yarattığı artı değer ve üretim fazlası nedeniyle sebep olduğu ekonomik krizleri, savaşlar yoluyla aşmayı dener. Tıpkı önceki dünya savaşlarında olduğu gibi.

Tüm bu savaşların yaşandığı dünyada kuzey avrupa ülkelerinde vatandaşlık maaşı konuşulmaya başlandı. Bunun en temel sebebi, nesnelerin interneti ile birlikte gitgide azalan emek yoğun işgücü ihtiyacının doğuracağı işsizliğin, toplumsal bir patlamaya sebebiyet vermesine engel olma arzusu olabilir mi?

İlk 4 sanayi devriminde yaşanan bu süreçleri incelediğimizde, endüstri 5.0 ile birlikte üretim süreçlerinden proletaryayı çıkarmak nasıl sonuçlar doğuracak? Her şeyden önce üretim süreci şimdiye kadar hiç olmadığı biçimde bir değişim geçirecek. Şimdiye dek, üretim ilişkilerindeki değişikliklerin hiçbirinde üretici güç ortadan kalkmamıştı. Üretici güç ile üretim araçlarının sahibi arasındaki ilişkinin kuralları değişmişti. Ancak bu sefer üretici güç olan insan emeği ortadan kaldırılken, üretim araçlarının sahipleri halen bu gücü ellerinde tutuyor olacaklar.

Her şey zıttıyla vardır. Ezen ezilen ile, savaş barış ile, düzen kaos ile, burjuvazi ise proletarya ile varlığını sürdürür. Eğer bir toplumda ezenleri yok ederseniz ezilen kimse kalmaz. Marx, komünal topluma gitme yolunda, sosyalist devrimi örgütleyecek sınıf olarak işçileri işaret eder. Bu işçi sınıfının kutsallığından kaynaklanmamaktadır. Yeni kurulacak bir topumsal düzenin başat aktörü olma görevi işçilere kara gözü kara kaşı için verilmedi. Mevcut düzenden çıkarı olmayan ve bu düzeni yıkma potansiyeli taşıyan tek toplumsal kesim olarak görüldüklerinden ötürü böyle bir misyon ile donatıldılar. Yani burada kutsal olan işçi sınıfı değildir.Burada aslolan işçi sınıfının burjuvaziyi yok etmesi de değildir. Temel mesele sınıfların ortadan kalktığı, ezenin ve ezilenin olmadığı doğallığında da sömürünün de ortadan kalktığı bir toplumun inşa edilmesidir. Bunun için tek yol işçi sınıfının burjuvaziyi yok etmesi değildir. Üretim ilişkilerinin değişmesiyle birlikte ortada, emek sömürüsü üzerinden ezilen bir işçi sınıfı kalmayacaksa bu durum burjuva sınıfını da ortadan kaldırmaya gidecek sürecin önünü açacaktır.

Oluşan yeni durumda işçi sınıfı olmayacak, dolayısıyla ezen ezilen ilişkisinin bir tarafı lağvedilmiş duruma gelecektir. Ancak burjuva sınıfı bu durumda dahi üretim araçlarını elinde tutmaya devam edecektir. Üretim araçları toplumsallaşmadıkça da ezen sınıfın tamamen yok olması mümkün değildir. Bu aşamada ise 8 milyar insana ihtiyaç duymayacak olan dünyamız, hiçbir üretim aracına sahip olmayan ancak buna rağmen vatandaşlık maaşı alarak yaşamını sürdüren milyarlarca insana, uzun vadede kapının yolunu gösterecektir. Vaktiyle büyük fabrikalarını doldurmak için arttırdıkları insan nüfusunu, egemen güçler ihtiyaç fazlasının olmayacağı seviyeye çekeceklerdir. Bu durum savaşlar, biyolojik çözümler veya dijital uygulamalar ile gerçekleşebilir. Süreç belki yüzyıllar sürecek ancak nihayete erdiğinde, ortada sadece üretim araçlarına sahip insanlar kalacak ve herkesin üretim araçlarına sahip olduğu, ezen-ezilen ilişkisine sahip olmayan bir yeni dünya ile karşılaşacağız. Bu dünya Marx’ın komünal toplumu mudur? Emin değilim, ancak bu yeni düzene kapitalizm demek de mümkün olmayacak.

Yoksa bu kış?..

Leave a comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.